Uygurlarda Bilim ve Düşünce Nasıldır ?

Bu yazı Hasan ERYILMAZ tarafından 01.03.2021 tarih ve 10:21 saatinde Tarih kategorisine yazıldı. Uygurlarda Bilim ve Düşünce Nasıldır ?

makale içerik

Uygurlarda Bilim ve Düşünce Nasıldır ?
İnternette ara Kısa Linki Kopyala

Orta Asya’da devlet kurmuş belli başlı kavimlerden birisi de Uygurlardı. Büyük Hun Devleti’nin kuruluşundan itibaren Orhon ve Selenga nehri kıyılarından Aral Gölü kenarlarına kadar yayılan ve bazen farklı adlarla anılan bir Türk kavmine rastlıyoruz: Kendilerine ‘Dokuz Oğuz’ yada ‘Dokuz Boy’ ismini veren ve sonrasında, kendilerini Göktürklerden ayıran bu grup, Uygur Devleti’ni kurmuştur. Zaman arasında yaşadıkları yerden memnun olmayan Uygurlar daha güneye gitmişlerdir.

Uygurlar, 744 senesinde Orhon Nehri üstünde, Uygur Devleti’ni kurdular. Uygurlar, orada Çin kültürü ile temasa geçtiler. Ancak, gerek Mani dini gerekse haiz oldukları kültür dolayısıyla, Çin kültürü arasında dejenere olmadılar. 762’de resmen Mani dinini kabul ettiler ve bu dinin yayılmasında da öncülük ettiler; muhtelif yerlerde Mani tapınakları kurulmasını sağladılar. Bu din, Çin’de, İran’da ve Suriye’de yayıldı.

Uygurlar kalabalık değildiler, sadece disiplinli ve oldukça cesurdular. Göçebe bir yaşam sürüyorlardı; hayvancılıkla ilgileniyor; koyun ve sığır besliyorlardı. 630’da Göktürk Devleti’nin, Çinliler tarafınca yıkılması ile toplanmaya süregelen Uygurlar, devlet idaresini onlardan öğrenmişlerdi. Onlardaki birtakım yönetimsel yapılanma sonrasında Selçuklular ve Osmanlılarda da faal olmuştur. Örneğin ‘yurtluk verme’ benzer biçimde.

Mani dininin yayılması için muhtelif ülkelere giden Uygurlar, Mani mabetlerinin yapımında bizzat gözetim ettiler. Bu arada muhtelif Türk devletleri içinde arabuluculuk işini de yaptılar; elçilik görevini üstlendiler. Bunun yanı sıra, kültür elçiliği de yaptılar. Örneğin Akkoyunlular ve Osmanlılarda öğrenim kuruluşlarında vazife aldılar, hocalık yaptılar.

Uygurlarla alakalı bilgilerimizi, ilk adımda onlardan kalma şehirlerden elde ediyoruz. Uygur şehirlerinden en önemlilerinden birisi Hoça idi. Uygur Kaanları orada yaşıyordu, kısaca orası baş şehirdi. Şehir yüksek surlarla çevrili idi. Surların yapı malzemesi Çin Seddi benzer biçimde, sıkıştırılmış balçık benzer biçimde bir maddeden yapılmıştı. Şehir planı son derecede tertipli idi. Yolların kesişim noktasında saray bulunuyordu. Saray kesme taştan yapılmıştı ki, bir anlamda bu mimari şekli, onların Sasani tesirinde bulunduğunu akla getirmektedir. Aynı zamanda, şehirde Hint mimarisinin tesirini simgeleyen, kubbeli, stupa gibi binalar da vardı. Şehirde yer yer Roma mimarisi tesirini anımsatan izler de vardı. Ancak genel anlamda şehir, harap olduğu için, daha kati hükümler vermek olası değildir. Şehirde bulunmuş olduğu malum varlıklı kütüphane ve mabetler yağmalanıp, harap edilmiştir.

Uygurlarla alakalı öteki buluntularda da onların yapı malzemesi olarak daha oldukça taş kullandığı görülür. Bu hususiyet yapı sanatında, sonrasında Büyük Selçuklu Devleti ve Anadolu Selçuklularında da en bariz özelliklerden biri olmuştur. Taşın yanı sıra, bazen topraktan meydana getirilen kerpiç de yapı malzemesi olarak kullanılmıştır. Isık Göl civarındaki buluntular çamuru yapı malzemesi olarak kullandıklarını göstermektedir. Uygurların bu evleri, ek olarak badanaladıkları belirlenmektedir.

Uygurlarda yapı sanatında en bariz hususiyet, İskender’in Hindistan seferinden sonrasında Asya’ya gelen Yunan tesiri ve Budizm’in karışımından olup biten Greko-Budist özellikler taşıyan bir mimari özelliği gösterir. Daha sonrasında İran sanatının tesiri hakim olmuş ve bunu kendilerinin tüm bunların karışımı ve özümsenmesinden oluşan bir sanat izlemiştir. Beşbalık ve Turfan bölgesine Uygurların gelmesiyle beraber Mani mabetleri yapılmaya başlanmıştır ki, tarih artık 840’lı yılları göstermektedir. Bu dönemden sonrasında, Uygurlar gittikleri bölgelere, kendi sanat ve kültür anlayışlarını da taşımışlardır. Bu tarihlendirmeye dayalı olarak reel Uygur sanatının oluşum tarihini IX. asır olarak belirleyebiliriz.

Türklerin ilmi emekleri ile alakalı olarak, yukarıda özetlemek gerekirse ele alınan arkeolojik birtakım bilgiler haricinde oldukça fazla bilgimiz bulunduğunu söylemek zordur. Mevcut birtakım detayları de daha oldukça Çin kaynaklarında bulabiliyoruz. Türklerin yakın komşuları Çin’den etkilendikleri ve birtakım yönleriyle onların bilgilerinden yararlandıkları belirlenmektedir.

İslamiyet öncesinde Türklerle öteki uygarlıklar arasındaki etkileşimde ve malumat akışında mühim rol oynayanlardan biri de ‘İpek Yolu’dur. M.Ö. V. yüzyıldan itibaren Çin kaynaklarında ipekten laf edilmektedir. Shu-Chi veya Tarih Kitabı diye Konfiçyüs tarafınca derlenmiş olan kitapta ‘İmparator Yü’nün vergisi’ ismi altında bir vergi kalemi görülmektedir. Bu dönemde ipek üreten 6 vilayet bulunmaktaydı ve bunlardan bu ad altında devlet vergi öğrenim etmekteydi. Erken dönemlerde daha oldukça Çin sarayının ihtiyacı için üretilmiş olan ipek sonrasında imparatorluğun parçalanması ve sayıca artan idarecilerin isteği ile ipek üretimi gittikçe arttı. Örneğin İmparator Fu-Hsi ipek tellerden oluşan bir müzik cihazı yapmıştı.

İpek talebinin artması ipek yapımında belli teknikleri geliştirdi, sadece Çin bu konudaki teknik bilgiyi her zaman gizli saklı tuttu. Kuzey komşuları Hunlarla ittifak yapmak için ortalama 100 benlik bir grup, Batı’ya gittiler muhtelif zorluklara karşın geri dönmeyi başardılar ve döndüklerinde oralarda yaşayan insanoğlu hakkındaki oldukça şey öğrenmişlerdi. Bu bilgiler içinde tecim yolları ile alakalı bilgiler de vardı. Kansu vilayeti tarafınca Çin’den devamlı olarak değerli mallar geliyordu. Bunlar içinde, ancak ipek yoktu, muhtelif baharat ve tabanca da bu yolla doğudan batıya gidiyordu. Ticaret yolu Batı Shensi ve Kansu’dan geçerek Doğu Türkistan’a gidiyordu. Bu yolu ancak tüccarlar değil, tüm gezi edenler kullanıyordu; bir başka anlatım ile, bu yol kervan yolu idi. Bu yolun kontrolü Hunların elinde idi. Çinliler yolun ne kadar güvenilir bulunduğunu anlayabilmek ve nelerin Batı’ya gittiğini öğrenebilmek için çeşitli gruplar gönderdiler ve bu inceleme sonucunda, ipek başta olmak üzere, birçok ürünün gidişini Belh’e kadar izlediler (M.Ö. II. asır).

Konuyla alakalı olarak muhtelif Batılı kaynaklarda da malumat vardır. Örneğin, ünlü tabiat bilimci Pliny ipeği bir nevi pamuk olarak betimliyordu. Ayrıca ilgi çekici bir biçimde bu tarz şeyleri pazarlayanların Çinliler olmadığını, bunların o civardan gelen mavi gözlü, kızıl saçlı Sereler bulunduğunu anlatmaktadır ki, bu tanım, bu kavmin Türkler olabileceğini aklımıza getirmektedir.

Ticaret her ne kadar deniz kanalıyla da yapılıyorsa da, Çinlilerin kara yolunu tercih etmiş olduğu görülmektedir. Ancak her iki yolun da tüccarlar tarafınca kullanıldığı görülmektedir. Mezopotamyalıların ürettikleri camla ipek takas edilmiştir. M.S. II. yüzyılda, bu yoldan Roma tesiri Orta Asya’ya ulaşmıştır. Ancak M.S. III. yüzyılda bu yoldan ticaretin eskisi kadar yoğun olmadığı görüldü. Burada, güzergahın Batı Avrupa, Kuzey Afrika, Hindistan üstünden Orta Asya’ya doğru giden yoldan seyrettiği ve bu yolla, ancak ipek değil, yün, mücevherat, baharat, kozmetik, parfüm benzer biçimde başka mamüllerin de taşındığı belirlenmektedir.

Genel kanaat tüccarların yanı sıra, aynı yolu kullanan gezgin ve Budist rahipler muhtelif tesirleri bu yolla ülkeden ülkeye taşımış olduklarıdır. Ayrıca, Batı’nın tesiri de, aynı yolla Orta Asya’ya ulaşmıştır. Simya ile alakalı bilgiler bunlar arasındadır. Örneğin taşın üstüne sürülen semender yağı, Ay benzer biçimde parlak bu taşın oldukça parlak görünmesini sağlamaktaydı. Romalılar buna şaşırıyordu. Yine suyla i·lişki etse bile etkilenmeyen kağıt da Batılıları şaşırtan başka bir şark buluşu idi.

İpek Yolu, bu açıklamalardan da anlaşıldığı benzer biçimde, ancak ticari olarak nitelendirilmemelidir. Bu yol üstündeki merkezler muhtelif mamüllerin takasında veya alış verişinde mühim rol oynamasının yanı sıra, farklı insanların aynı yerde bir araya gelmesi, o yerlerde bir nevi kültür merkezlerinin oluşmasını sağlamıştır. Bunlar içinde Taşkent, Semerkant, Belh ve Merv başta gelir. Bu şehirlerin sonrasında ancak ticari bir merkez olmaktan çıkıp, bununla beraber kültür merkezleri olarak da vazife yapmış olduğu belirlenmektedir. Bir başka anlatım ile ticarette faal olan bu şehirler, daha sonraki yüzyıllarda öğrenim ve tedris ve de ilmi emekler için mühim merkezler haline gelmişlerdir. Örneğin, Belh ve Merv İslamiyet’in ilmi faaliyetinin şekillendiği sekiz ve dokuzuncu yüzyıllarda, Doğu’daki mevcut ilmi düşüncenin deyim yerinde ise, adeta bir giriş kapısı görevini görmüşlerdir. Bu şehirlerden giden bilim insanları ve düşünürler, İslam dünyasındaki ilmi faaliyetin temellerinin oluşmasında faal olmuşlardır. Türk kökenli olduğu malum Bermek Ailesi bu etkiyi taşıyanlardandır. Onlar İslam dünyasında, ancak yönetimsel olarak mühim görevler üstlenmemişler, bununla beraber, bilim patronluğu da yapmışlardır.

İpek Yolu uzun yüzyıllar kullanıldı, sadece on ikinci yüzyıldan sonrasında, Batı ile münasebetlerin değişik bir boyuta taşınmasıyla yeni dönem girildi. Yeni oluşan limanlardan tecim devam etti.

Orta Asya’da Çin kültüründen en oldukça etkilenenlerden birisi Soğdlardı. Onlar oldukça iyi nitelik cam yapmasını biliyorlardı. Bu ürünlerini Çin’e satmışlar ve onlardan ham ipek almışlardır. Soğdlar, dokumak için pamuk kullanıyorlardı. Bazılarına bakılırsa, dokuma tekniğini Çinlilerden öğrenme olasılık dahilindedir. Ayrıca onlar tahtadan muhtelif aletler yapmasını biliyorlar ve oymacılık sanatında bir fazlaca başarı göstermiş idiler.

Türklerin İslamiyet öncesi kullandıkları ilk alfabe olarak, Göktürk alfabesi kabul edilmektedir. Her ne kadar bu alfabenin kullanılışı M.Ö. IV olarak tarihlendirilmişse de, oldukça daha erken tarihe gittiği belirlenmektedir. Bu makale ile yazılmış belgeler içinde Yenisey Irmağı süresince bulunan yazıtlar vardır. Ayrıca, Orhon Kitabeleri de tekrar bu makale ile yazılmıştır. Türkolog Vilhelm Thomsen tarafınca 1893’te bu makale çözülmüştür. Bu yazıtlar Bilge ve Kültigin Kaan tarafınca diktirilmiştir.

Göktürk alfabesinde 38 harf veya işaret vardır. Bunlardan dördü sesli ve otuzu sessiz harf olup, dördü hece işaretidir. Bu makale ancak kitabelerde kullanılmamıştır; Doğu Türkistan’da bulunan çeşitli yazma eserlerin de bu makale ile kaleme alındığı bilinmektedir. 759-760’ta dikilen Sine-Usu yazıtı ile Taryat yazıtında da tekrar bu alfabe kullanılmıştır. Bu yazıyı birtakım değişimlerle Bulgarlar, Hazarlar ve Peçenekler de kullanmışlardır.

Türklerin kullandıkları bir başka alfabe Uygur alfabesidir. Uygur alfabesinde ortalama 18 işaret vardır ve bunlardan üçü sesli harftir. Uygur alfabesinin de kati olarak ne vakit kullanılmaya başlandığı bilinmemektedir. Elimizdeki en eski Uygurca yazılmış metinler IX. yüzyıla aittir. Bu makale Timur İmparatorluğu ve devamında kurulan devletlerde de kullanılmıştır. Örneğin Ebu Said Mirza’nın Uzun Hasan’a gönderildiği bitik (mektup) Uygurcadır.

Bu alfabelerin yanı sıra, Türklerin Hintlilerin tesiri ile, Sanskrit dilinin alfabesini ve Mani alfabesini de kullandıklarını biliyoruz.

Ayrıca Uygurlar döneminde matbaayı bildikleri belirlenmektedir. Onlar tahtadan icra ettikleri kalıpları kullanmak üzere baskı yapıyorlardı. Tuen-huang mağarasında bulunan devingen tahta harfler, Uygurların matbaacılıktaki becerisini göstermektedir. Genellikle kağıt yapımında, yukarıda da anlatım edildiği benzer biçimde, pamuk kullanılmıştır.

Ayrıca Uygurların, mabetlerinde kütüphane bulunmuş olduğu ve buradaki eserlerin daha oldukça dini ağırlık taşımış olduğu bilinmektedir.

Türklerde matematikle alakalı olarak birtakım bilgilere rastlamaktayız. Erken tarihlerden itibaren on tabanlı (desimal) sistemi kullanmış olan Türklerin, erken tarihindeki olarak çubuk sayıları kullandıkları bilinmektedir. Onların Hunlar zamanında hâlâ çubuk sayıları kullandıklarını söyleyebiliyoruz. Ayrıca, bu sistemle muhtelif aritmetik işlemlerini de yapmakta idiler. Bu sistem aditif prensiplere dayalı olarak işlemekteydi. Bu prensibe bakılırsa temelde kullanılan ilimler toplama çıkarma idi; çarpma ve taksim işlemleri, toplama ve çıkarmaya indirgenmek üzere yapılmaktaydı.

Tam sayılarla meydana getirilen işlemlerin yanı sıra, kesirli işlemlerin de mevcut bulunduğunu görmekteyiz. Bu matematik işlemler daha oldukça kolay işlemler şeklindedir. Burada daha oldukça paydası 1 olan kesirler öncelikli olarak kullanılmıştır.

Türklerde vakit arasında birtakım ağırlık, uzunluk ve para birimlerinin şekillendiğini görmekteyiz. Bazı ölçüleri öğrendiğimiz metinlerden biri de hukuk metinleridir. Bir hukuk metninde şu şekildeki denmektedir: ‘Terbiş yada Derviş isminde bir kişiye para lazım olduğunda babasından miras kalan ve üstünde 16 işçinin çalmış olduğu bir üzüm bağının 100 yastuk Çao’ya ‘il Yangıç’a veya el-Yangıç’a (yerel yasalara müsait olarak) satmaktadır. Terpiş, büyük ve minik kardeşleri, yeğeni ve dayısı satışa itiraz etmeyeceklerdir. Şayet itiraz edecek olursa, ‘Büyük Ordu’ya bir altın yastuk, ‘iç Hazine’ye bir gümüş yastuk, beglerin her birine ceza olarak bir binek atı verecektir.’

Bu metinden de anlaşıldığı benzer biçimde, Uygurlar Dönemi’nde birtakım ölçüler çoktan teşekkül etmişti. Buradaki yastuk denen ölçek, Çin ölçülerine bakılırsa 50 liang idi yada 1 T’ing idi. Altın çoğu zaman altın ile beraber kullanılıyordu. Liang’ın tam olarak ne kadar olduğu bilinmemektedir. Çao ise, Yüan sülalesi zamanında kullanılan bir para birimi idi. Yine bu alıntıdan altın ve gümüşün para olarak kullanıldığını görmekteyiz.

Bazı Uygur Devri’nden kalma satışla alakalı birtakım meselelerin kaydedilmiş olduğu vesikalardan onların ağırlık norm birimlerini öğrenmekteyiz. Örneğin pamuk satışı, yada bez satışı benzer biçimde vesikalardan uzunluk ve ağırlık birimleriyle alakalı düşünce edinebiliyoruz.

Pamuk satışı ile alakalı bir vesika şöyledir:

Takıku sene ikindi ay on yangık-a Manga bay temür-ke kebez tariku Yir kergek bolup temiçi-ning Po suw-takı uduru borlukın on Tang kebez-ni küz yangıda başı taşı birle birür men bu Borluk-nıng negü kim salkı sekidi Bolsar men temiçi bilür men bay Temür bilmez tanuk nom kuli Tanuk bolon bu nişan men temiçi -ning ol men temiçi ök bitidim. Bugünkü Türkçe ile bu metni şu şekildeki verebiliriz: Tavuk yılı, ikinci ay, onuncu gününde Bana Bay Temür’e pamuk tarlası (için) Yer lazım olduğu için Temici’nin Po nehrinin öteki tarafındaki Bahçesini On tang pamuk karşılığında kiraladım. Bu on tang pamuğu sonbaharda Her şeyi ile vereceğim. Bu Bahçede (yapılacak) herhangi bir iş olursa Ben Temici bileceğim-yapacağım-. Bay Temür Bilmiz -yapmaz- Şahit Nom Kulı Şahit Bolon. Bu imza ben Temici’nindir. Ben Temici’nindir. Ben Temici doğru olarak bildim (yazdım).

Bunlara ilave olarak susam (künid), Üur (darı), kepez (pamuk), bor (şarap), tariğ (hububat), böz (pamuklu kumaş), kümüş (gümüş), Koçırda kidiz (koyun keçesi), buğday alımları ile alakalı belgelerden de aynı mevzularda malumat edinmek olası olmaktadır. – NOT: Bu alakalı makale, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Öğretim Görevlisi Sayın Prof. Dr. Esin Kahya’nın “Eski Türklerde Bilim” isminde makalesinden yararlanılarak hazırlanmıştır.

Anahtar Kelimeler : Orta,Asya’da,devlet,kurmuş,belli,başlı,kavimlerden,birisi,de,Uygurlardı.,Büyük,Hun,Devleti’nin,kuruluşundan,itibaren,Orhon,ve,Selenga,nehri,kıyılarından,Aral,Gölü,ke..

Pinterest Google News Sitesinde Takip Et Facebook Sayfamızı Takip Et Google Play Kitaplar